Bir 'Macera dolu Amerika' hikayesi

Bütün dünyadan girişimcilere ABD'de şirket kurmak başta olmak üzere vergi danışmanlığı, muhasebe ve vize gibi konularda danışmanlık hizmeti sunan Social Enterprises LLC'nin kurucuları Mustafa Emre Selek ile Samet Oynamış'ın 'Macera dolu Amerika' tadındaki yolculuk hikayesidir okuyacağınız...
21.06.2022 17:15 GÜNCELLEME : 22.06.2022 00:01

PARA ÖZEL Social Enterprises LLC, dünya genelinden müşterilerine ABD'de şirket kurmak başta olmak üzere vergi danışmanlığı, muhasebe ve vize danışmanlığı gibi çeşitli konularda danışmanlık hizmetleri sunan genç bir şirket. Müşterinin büyük çoğunluğunu girişimciler ve girişimci adayları oluşturuyor. Mevcut işlerini Amerika'da bir şirketle küresele taşımak isteyen ya da iş fikrini doğrudan Amerika'da hayata geçirmek isteyen müşteri ağır basıyor. 7 yılda 1400'den fazla şirketin kuruluşuna aracılık etmiş olan Social Enterprises LLC'nin kurucuları ise, iki genç girişimci arkadaş Mustafa Emre Selek ile Samet Oynamış. İkilinin 'Macera dolu Amerika' tadında bir hikayesi var ki genç girişimcilere, öğrencilere ilham olacak türden. Hikayeyi keyifli anlatımını bozmamak adına direkt olarak Mustafa Emre Selek'in kendi kaleminden okuyalım...

"2011'de şimdiki ortağım, ODTÜ hazırlıktan sınıf arkadaşım Samet'le birlikte Work and Travel programı kapsamında Amerika'ya gittik. Tabi o zamanlar bu program kapsamında self-placement diye bir seçenek vardı. Vize görüşmesinden evvel işinizi kendiniz buluyordunuz, dolayısıyla aracı firmaya daha az para ödüyordunuz. Biz de aynen böyle yaptık. İşimizi kendimiz bulduk, J1 vizemizi aldık ve New York'a vardık. Vardık ancak bizi işe alacağını taahhüt eden firma son anda vazgeçmiş ve bizi alamayacağını e-posta ile bildirmişti. New York'ta, yanımızda 500 dolar kaldık ki onun da 100 doları yırtıktı. O gece Times meydanındaki Mcdonalds'da sabah 5'e kadar oturduk ancak sonrasında bir şey sipariş etmediğimiz için oradan çıkarıldık. New York sokaklarında gezmeye başladık. Yasal olarak çalışma iznimiz, kısmen 500 dolar paramız, sırt çantalarımız ve 3 ay sonrasına uçak biletimiz vardı.

Ertesi gün dolaşırken ailelerimize e-posta atmak için Apple'ın 5. caddedeki merkezine gittik. Tabi o zamanlar Whatsapp, Instagram yoktu. Bilgisayarlara bakıyor bahanesiyle ailelerimize e-posta gönderdik, durumumuzun ne kadar "harika" olduğundan bahsettik. Endişelenmelerini istemedik. Apple Store'da internette neler yapabileceğimize bakınırken Delaware eyaletinin ABD'deki vergisiz eyaletlerden olduğunu ve New York'a çok yakın olduğunu öğrendik. New York'ta yapılabilecek bir şey olmadığını, pahalı ve kalabalık olduğunu düşünüp Delaware'ye gitmeye karar verdik ve otobüs terminalinin yolunu tuttuk. İki bilet alıp Delaware otobüsüne atladık. Tabi biz otobüs sisteminin Türkiye'deki gibi olduğunu düşünerek en fazla 3 saatte Delaware'ye varacağımızı düşünürken çeşitli aktarmalar yaparak 7. saatin sonunda Delaware'ye vardık. Vardığımız yer eyaletin en büyük şehri olan Wilmington'du. Otobüsten indiğimizde çok yağmur yağıyordu, öğleden sonraydı. Biz gördüğümüz bütün dükkanlara iş başvurusu yapmaya başladık. Pizzacısından benzincisine, hamburgercisinden kafesine kadar gördüğümüz her yerde iş başvuru formu doldurduk ve bir kafenin tentelerinin altından amaçsızca beklemeye başladık. Onca yolun ve jetlag yorgunluğunun ardından New York'ta dışarıda kalmıştık, şimdi başka bir şehre gelmiştik, çok yağmur yağıyordu, sokaklar bomboştu ve hala bir işimiz yoktu. Üstelik paramızda hızla tükeniyordu zira otobüs biletleri ve yemek ücretleri kısılabilir harcamalar değildi, şimdilik.

Tentenin altına sığınmış beklerken gelen ilk otobüse el ettik ve nereye gittiğini bilmediğimiz bu otobüse bindik. Biner binmez en arkaya geçtik ve ıslak kıyafetlerimizi değiştirdik, saçımızı peçetelerle kuruladık. ODTÜ hazırlıktan öğrendiğimiz Ingilizce bizi her ne kadar zorlasa da otobüstekilerden nereye gittiğimizi öğrenmiştik. Dover'a gidiyorduk. Delaware'in başkenti. Sonrasında sık sık gideceğimiz, eyalet binasının olduğu şehir. Dover'a geldik. Kalacak bir yer aramaya giriştik ve bir Ebay'e girerek ucuz bir motel bulduk. Takribi bir saat yürüyüşün ardından motelimize vardık ve o günü öyle kapattık. Ertesi gün uyandığımızda öğlen olmuştu ve tekrar çantalarımızla yollara koyulduk. Bulduğumuz her dükkana iş başvurusu yapıyorduk. Sektör farketmeksizin, işi yapıp yapamayacağımıza bakmaksızın başvurulara devam ettik. O gün bu çabalardan bir sonuç alamadık ve bölgenin büyük kumarhanesi olan bir otelinde sabaha kadar dolaşarak vakit geçirmeye karar verdik. Böylelikle ücretsiz içeceklerden içebilecek ve atıştırmalıklardan yiyebilecektik. Hem burası dışarıya göre daha güvenliydi. En son yürümeye ve uykusuzluğa dayanamayıp resepsiyondaki koltuklara oturduk ve uyuyakaldık. Bunu farkeden güvenlik bizi dışarı çıkardı ve otelin önündeki banklara uçaktan "aldığımız" pikelerle uzandık. Sabahı zor ettik. Haziran'dı ama bilmediğimiz bir ülkede dışarıda kalmak çokta güvenli değildi elbet.

Ertesi günü ev aramaya karar verdik, aynı zamanda iş başvuruları da yapıyorduk. Günün sonunda çaresizce elimizde üçer litrelik su şişelerimiz, sırtımızda kocaman çantalarımız olduğu halde yürümeye devam ederken karşımızdan bisikletiyle gelen birine ben sırf içimden geldi diye "Selamunaleyküm" dedim. O kişi "Aleyküm selam" diyerek yanımızdan bisikletiyle geçti gitti. Cevap alınca Samet'le birbirimize baktık ve bisikletlinin arkasından koşmaya başladık. İleride seslenişlerimizi de duyarak durdu. Vakti zamanında Yugoslavya'dan göç etmiş bir müslümanmış kendisi. Durumumuzu anlattık. Günlerdir dışarıda olduğumuzu, iş bulamadığımızı ve kısıtlı paramız olduğunu anlattık. Bizi pizza dükkanı olan Giresunlu Fikret abiyle tanıştırdı. Biz Fikret abinin dükkanında önce karnımızı doyurduk. Sonrasında Fikret abinin oğulları, yaşıtımız Erdem ve Adem bizi bir tanıdıkları bir restorana götürdü. Orada bulaşıkçı olarak işe girdik. İşi bilmediğimiz için 5 gün sonra işten çıkarıldık ve tekrar Erdem ve Adem'i aradık. Bizi Newark'a götürdüler. Orada bir arkadaşlarının yanına yerleştirdiler. Tabi günler geçiyor biz kendimize kalıcı bir iş bulamıyorduk. ABD'ye geleli 20 gün olmuştu biz sadece 5 gün çalışabilmiştik. Bu yeni yerde de iş bulamayınca ev sahibimiz eşyalarımızı dışarı koydu ve biz yine dışarıda kaldık. Bu sefer Erdem ile Adem'i de arayamıyorduk. Yine orada tanıştığımız Hasan abiyi aradık. Hasan abi bizi Mısırlılarla Türklerin ortak kullandığı bir camiye götürdü. Biz o camide Samet'le beraber 3 ay çalıştık. Ramazan ayına denk geldiği için iftardan önce masaları hazırlıyor, gelen cemaate yemek servisinde bulunuyorduk. İftardan sonra çöpleri atıyor, ortalığı temizliyorduk. Gündüz vakitleri temizlik yapıyorduk. Aşçıların alınacaklar listesini alıp alışveriş yapıp geliyorduk. Ve başta bize orada kalmamız ve yemek yememiz karşılığında çalışacağımız söylenmişti. Başka çaremiz olmadığı için kabul etmiştik.

Arefe günü bizimle ilgilenen Mustafa abi bizlere para vereceklerini, oradaki müslümanların kendi aralarında bu parayı topladığını söyleyerek bize yaklaşık 4000 dolar verdi. Camide işimiz bitmişti. Dönüş biletimize 12 gün vardı. Bizde bir araba kiralayarak Delaware'den Miami'ya kadar gittik. Orada tatil yapıp yine geze geze geldik. New York'a geçip oradan Chicago'ya geçtik, oradan da İstanbul'a.

ABD maceramız kötü başladı ama güzel bitti. Geldikten sonra Samet'le ABD'deki çalışma modelimizi geliştirerek volumteer.org isimli bir proje yaptık. Bu projemizde şöyle bir çalışma sistemi geliştirdik. Üniversite öğrencilerine yurtdışında STK, otel, kilise gibi yerlerde çalışarak karşılığında ücretsiz yemek, kalacak yer sağlanıyordu. Avrupa ülkelerinde ve ABD'de direkt arayarak yahut mailleşerek kurduğumuz kontaklarla bu projeyi yapmaya başladık. Ankara Konur 2 sokakta bir ofis açtık. Hatta 2014'te bu projemizle Bilgi Üniversitesi Yılın Genç Sosyal Girişimcisi ödülünü aldım. Sonrasında ben 2015'te ODTÜ'den mezun olmamızın ardından memlekete döndüm ve girişimcilik maceramı bitirdim. Öte yandan Samet, 2011'den sonra her sene Delaware'ye giderek oradaki ilişkilerini kuvvetlendirdi. Artık orada tanınan simalardandı. Her yaz gidip farklı kişilerle, farklı sektörlerde tecrübe ediniyordu. Sadece Delaware'de değil New York'ta da Dünya Bankası, Vakıfbank gibi kurumlarda da çalıştı. Ve bugünkü firmamız Social Enterprises LLC'yi 2015'te kurdu. Tabi şirket kuruluş süreçlerini kendi firmamızı kurarken bütün incelikleriyle öğrendi. Ben o sıralar Türkiye'de yüksek lisansa başlamıştım. Samet iși öğrendikten sonra uzakrota.com'da ABD'de şirket kurarken yaşadığı deneyimleri aktaran bir yazı kaleme aldı. O yazının üzerine bizim ilk müşterimiz olan Erdal Bey sorularını ve ABD'de şirket kurma talebini içeren e-postayı attı. O günden sonra Samet web sitesini yaptı, ekibi kurdu. O günden sonra hizmet ağı genişletildi. Ben de bu sırada yüksek lisansımı yaptım, Para dergisinde iş hayatına başladım. 1 Kasım 2018'da buradan istifa ederek Social Enterprises'a dahil oldum. Sonrasında sitelerimizi geliştirdik, yeni websiteleri kurduk. Ekibimizi geliştirdik. Kendi know how'ımıza yatırım yaparak eyaletten, Amerikan vergi dairesi IRS'ten yetki aldık. Şirket kuruluşundan, vergi danışmanlığına, yatırımcı vizesinden start up danışmanlığına kadar birçok konuda uzmanlaşarak servis ağımızı genişlettik.

İngilizce sitelerimiz sayesinde ABD'den Hindistan'a, Pakistana, Güney Amerika'dan Avrupa'ya kadar dünyanın her yerinden müşterilerimiz oldu ve onlara hali hazırda hizmet vermeye devam ediyoruz. Yıllık cirolarımız iki senedir yarım milyon doları geçerek hızla yükseliyor. Kerim, Fatih, Emre Can, Hakan, Ümit, Burak ve bir çok kişi Social Enterprises'ın kuruluşundan bugüne gelmesinde büyük emekleri oldu. Şu anda Delaware'de ve Türkiye'de iki ofisimizle, 13 çalışanımızla ve kurduğumuz 1400'den fazla şirketle 7 yıldır sektördeyiz ve Delaware eyaleti tarafından Türkçe servis vermeye yetkilendirilmiş tek firmayız ve IRS tarafından da yetkiliyiz. Türkiye ofisimizi açalı 6 ay oldu. Bundan sonrada Türkiye'deki firmalarla daha yakın temasta kalarak servislerimizi genişletiyor, müşteri sayımızı arttırıyor olacağız. Şu an Samet ve ben iki ortağız ve koyduğumuz yeni hedeflere doğru durmadan yürüyoruz."

BİZE ULAŞIN