4 maddede yönetim kurulu sorumluluğunun çizgileri

Şirketlerin kurumsal yapılarında önemli bir rol üstlenen yönetim kurulları, yalnızca stratejik kararların alınmasında değil, aynı zamanda hukuki sorumlulukların yerine getirilmesinde de ön plana çıkıyor. Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde düzenlenen özen ve sadakat yükümlülükleri, yönetim kurulu üyelerine verilen geniş yetkilerle hukuki sorumlulukları da beraberinde getiriyor.
20.10.2025 14:45 GÜNCELLEME : 21.10.2025 00:01

Günümüz ticaret hayatında anonim ve limited şirketler, ekonomik büyümenin ve kurumsal yatırımların en önemli aktörleri arasında yer alıyor. Bu şirketlerde karar alma ve temsil organı olan yönetim kurulları, stratejik kararların alındığı bir mekanizma olmakla birlikte şirketin geleceğini doğrudan etkileyen hayati bir yönetim aracı olarak işleyişini sürdürüyor. Yönetim kurulu üyelerine tanınan geniş yetkiler, beraberinde önemli yükümlülükler ve ciddi hukuki riskler getiriyor; Türk Ticaret Kanunu'nda (TTK) ayrıntılı biçimde düzenlenen özen ve sadakat borcu, kurumsal yönetimin en önemli alanlarından biri olarak ön plana çıkıyor. KYO Legal Ortak Avukatı Furkan Ökse'nin açıklamalarına göre yönetim kurulu sürecinde dikkat edilmesi gereken 4 nokta şu şekilde;

1. Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğunun Kanuni Temelleri

Yönetim kurulu üyeleri, görevlerini yerine getirirken özenli davranmak ve şirketin menfaatlerini kişisel çıkarlarının önünde tutmak zorunda. Görevini ihmal eden, özen yükümlülüğüne aykırı hareket eden ya da sadakat borcunu ihlal eden üyeler, şirkete verdikleri zarardan kişisel olarak sorumlu tutulabiliyor.

Bu çerçevede özen yükümlülüğü, yönetim kurulu üyesinin görev süresince tutum ve davranışında ölçülü olmasını vurgularken öngörülü olması gerektiğini de ifade ediyor. Sadakat borcu ise, üyelerin karar ve işlemlerinde her koşulda şirket yararını gözetmelerini zorunlu kılıyor. Bu yükümlülüklerin ihlali halinde, üyelerin doğrudan kusur sorumluluğu doğmuş kabul ediliyor.

2. Kusur, Zarar ve Nedensellik Bağı Çerçevesinde Sorumluluk

Yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğu, yalnızca kusurlu davranışlarla sınırlı değil. Bir üyenin tazminat sorumluluğunun doğabilmesi için üç unsurun bir arada bulunması gerekiyor: kusur, zarar ve bu ikisi arasındaki doğrudan nedensellik bağı. Kusur, üyenin görevini gerektiği gibi yerine getirmemesi ya da yetkisini kötüye kullanması anlamına geliyor. Ancak tek başına kusur yeterli değil; bu davranışın şirketin malvarlığında ölçülebilir bir kayba yol açması gerekiyor. Zarar ise, şirketin ekonomik bütünlüğünde meydana gelen azalma ya da değer kaybını ifade eder ve mutlaka somut biçimde ortaya konulmak zorundadır. Bununla birlikte, zararın gerçekten kusurlu davranıştan kaynaklandığının ispatı da büyük önem taşıyor. Nedensellik bağı kurulamadığı takdirde, zarar iddiası kabul görmüyor. İddianın kabul edilmesi için doğrudan söz konusu kusurlu eylemin sonucunda ortaya çıkması gerekiyor. Yargıtay uygulamalarında da görüldüğü üzere, bu üç unsurdan herhangi biri eksik olduğunda açılan tazminat davaları reddediliyor. Özellikle dolaylı zarara ilişkin talepler, bu bağın net kurulamadığı hallerde çoğunlukla sonuçsuz kalıyor.

3. Doğrudan ve Dolaylı Zarar Kavramlarının Tanımlanması

Yönetim kurulu üyelerinin eylemleri sonucunda ortaya çıkan zararlar, hukuken doğrudan zarar ve dolaylı zarar olmak üzere iki ayrı başlıkta inceleniyor. Doğrudan zarar, şirketin mal varlığında açıkça ölçülebilen bir kayba yol açan zararlar olarak karşımıza çıkıyor. Kötü yönetim sonucu oluşan maddi kayıplar ya da hukuka aykırı ödemeler bu kapsama giriyor ve doğrudan şirket tüzel kişiliğini etkiliyor.

Dolaylı zarar ise, şirketin uğradığı doğrudan zararın bir sonucu olarak pay sahipleri veya alacaklıların maruz kaldığı ekonomik kayıpları ifade ediyor. Örneğin, hisse değerlerinde düşüş, temettü kaybı ya da tasfiye payındaki azalma dolaylı zarar niteliği taşıyor. Ancak Yargıtay, dolaylı zarar nedeniyle doğrudan dava açılmasını yalnızca istisnai hallerde kabul ediyor. Bu nedenle dava açmak isteyen tarafların, öncelikle şirketin uğradığı zararı ortaya koymaları, ardından bu zararın kendilerine nasıl yansıdığını somut biçimde ispatlamaları gerekiyor.

4. Azınlık Pay Sahiplerinin Dava Hakkı ve Usuli Şartlar

Kanun, pay sahiplerinin şirketi zarara uğratan yönetim kurulu üyelerine karşı dava açabilmesini belirli kurallara bağlıyor. Buna göre, her pay sahibi şirketin uğradığı zararlar nedeniyle şirket adına sorumluluk davası açabiliyor. Burada verilen hüküm davacı lehine değil, doğrudan şirket lehine oluyor; çünkü kanun, tüzel kişiliği öncelikli zarar gören olarak kabul ediyor. Pay sahipleri ise bu süreçten ancak dolaylı olarak fayda sağlıyor.

Azınlık pay sahipleri için ise kanunla birlikte daha özel bir düzenleme getiriliyor. Halka açık şirketlerde sermayenin en az yüzde onunu, halka kapalı şirketlerde ise en az yüzde yirmisini temsil eden azınlık ortaklar, şirketin yönetim kurulu üyelerine karşı dava açmasını talep edebiliyor. Şirket bu talebe rağmen dava açmazsa, azınlık doğrudan şirket adına dava açma hakkına sahip oluyor. Şirketin iflas etmiş olması veya genel kurulun karar alamaz hale gelmesi gibi durumlarda ise mahkeme kararıyla bir temsil kayyımı atanabiliyor. Bu kayyım, şirketi geçici olarak temsil ediyor ve dava sürecini yürütüyor.

Bunun yanında, sermaye koyma yükümlülüğü de anonim ortaklıkların temel borçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Ancak pay sahiplerinin şirkete koyduğu sermaye, bir alacak hakkı doğurmuyor; bu tutar şirketin malvarlığına eklenir ve geri talep edilemiyor. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemelerinin kararlarında da bu husus açıkça vurgulanıyor. Mahkemeler, ortakların ödedikleri sermaye borcunu iflas masasına alacak olarak yazdıramayacağını; ancak pay cetveline göre dağıtım yapıldıktan ve yasal yükümlülükler yerine getirildikten sonra elde kalan varlıklardan ödeme yapılabileceğini belirtiyor.

KYO Legal Ortak Avukatı Furkan Ökse, "Kanun, kusura dayalı sorumluluk sistemini benimseyerek, üyelerin yalnızca kanundan veya esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihmal etmeleri ya da ihlal etmeleri halinde sorumluluk üstleneceklerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Böylece hem şirketin hem de pay sahipleri ile alacaklıların menfaatleri dengeli bir biçimde korunmaya çalışılıyor" dedi.

Ökse, ayrıca günümüz ticaret hayatında kanunun faydalarına ve önemine değinerek, "Yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğu kanunla birlikte hem teori hem de uygulama bakımından daha şeffaf, öngörülebilir ve adil bir çerçeveye kavuşuyor. Yargıtay içtihatlarının giderek istikrar kazanması, davalarda belirsizlikleri azaltarak tarafların haklarının daha etkin biçimde korunmasına katkı sunuyor. Ancak bu süreçte zararın, kusurun ve illiyet bağının somut biçimde ortaya konulması, davanın başarıya ulaşması açısından belirleyici rol oynuyor. Bu nedenle, günümüz ticaret hayatında hem şirketler hem de yönetim kurulu üyeleri için hukuki risklerin etkin şekilde yönetilmesi ve gerekli önlemlerin zamanında alınması artık bir tercih değil, vazgeçilmez bir gereklilik haline geliyor" şeklinde konuştu.

BİZE ULAŞIN