Ülkelerin önceliği iklim değil, ulusal enerji güvenliği

Dünya genelinde iklim hedeflerine verilen önem, giderek “enerji milliyetçiliği” olarak adlandırılan ulusal enerji güvenliği ve üretim merkezli stratejilere doğru kayıyor. Birçok ülke için artık enerji arz güvenliği, bağımsızlık kadar önemli. Kritik mineraller, nadir metaller, hurda kaynakları ve stratejik hammaddeler de artık güvenlik perspektifiyle ele alınıyor.
15.12.2025 13:33 GÜNCELLEME : 15.12.2025 13:33

ÜRÜN DİRİER/ Alman elektronik ve teknoloji devi Siemens tarafından yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, dünya genelinde iklim hedeflerine verilen önem, giderek "enerji milliyetçiliği" olarak adlandırılan ulusal enerji güvenliği ve üretim merkezli stratejilere doğru kayıyor. Birçok ülke için artık "iklim hedeflerine ulaşmak"tan ziyade "enerji arz güvenliği" ve "bağımsızlık" ön plana çıkıyor. Dünya genelinde hükümetler ve kurumlar, enerji geçişi politikalarında önceliklerini yeniden şekillendiriyor. Siemens'in Infrastructure Transition Monitor 2025 adlı araştırması kapsamında 19 ülkeden 1400 kamu ve özel sektör temsilcisiyle görüşüldü. Çalışma, enerji geçişi sürecinde "dayanıklılık" ve "bağımsızlık" kavramlarının giderek daha belirleyici hale geldiğini ortaya koydu. Katılımcıların büyük çoğunluğu, enerji sistemlerinde dayanıklılığı artırmanın ve yerel kaynaklara yönelmenin artık uluslararası iklim işbirliklerinden daha önemli hale geldiğini ifade ediyor. Bu durum, "enerji milliyetçiliği" olarak tanımlanan yeni bir yaklaşımın yükselişte olduğuna işaret ediyor.

YENİ ÖNCELİK: ULUSAL ENERJİ GÜVENLİĞİ

Araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 62'si geleceğin enerji sistemlerinin küresel ticaretten çok yerel ve bölgesel üretime dayanacağını düşünüyor. Birçok ülke, enerji arzını dışa bağımlılıktan kurtarmak ve jeopolitik risklere karşı korumak amacıyla kendi üretim kapasitesine yatırım yapıyor. Buna paralel olarak, iklim hedeflerine duyulan güven azalmış durumda. Araştırmada, karar vericilerin önemli bir kısmı 2030 hedeflerine ulaşma konusunda önceki yıllara göre daha az iyimser olduklarını belirtiyor. Siemens raporu, enerji sistemlerinin dönüşümünde dijitalleşme ve yapay zekâ (AI) teknolojilerinin önemine de dikkat çekiyor. Bu teknolojilerin, enerji şebekelerinin daha öngörülebilir ve esnek hale getirilmesinde kilit rol oynayacağı vurgulanıyor. Raporda, özellikle güç şebekelerine yatırım yapılması, yapay zekâ destekli enerji yönetim sistemlerinin yaygınlaştırılması ve enerji depolama kapasitesinin artırılması gerektiği belirtiliyor.

Rapora göre, iklim hedeflerine ulaşmak artık birçok ülke için nihai amaç olmaktan çıkmış durumda. Bunun yerine, enerji arzının sürekliliğini sağlamak, fiyat istikrarını korumak ve dışa bağımlılığı azaltmak gibi hedefler ön plana çıkıyor. Jeopolitik gerilimler, enerji tedarik zincirindeki kırılganlıklar ve artan talep baskısı, ülkeleri daha kendine yeterli enerji sistemleri kurmaya yönlendiriyor. Bu da küresel iklim politikalarında iş birliği yaklaşımından ziyade ulusal güvenlik temelli stratejilerin öne çıkmasına neden oluyor. Küresel istikrarsızlığın artması, pazar ve tedarik zinciri oynaklığını yoğunlaştırıyor. Enerjinin jeopolitik bir araç olarak kullanılmasını azaltmak için hükümetler, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasının yanı sıra güvenlik, bağımsızlık ve hazırlıklı olmaya öncelik veriyor. İklim hedeflerine duyulan güvenin azaldığı ve 2026 stratejilerinin geliştirilmekte olduğu bu dönemde rapor, dayanıklılığın enerji planlamasına dahil edilmemesinin hem ekonomik hem de çevresel açıdan risk oluşturduğunu vurguluyor.

Siemens AG Yönetim Kurulu Üyesi ve Akıllı Altyapı CEO'su Matthias Rebellius, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Altyapıda geçiş; ulusal enerji güvenliği hedeflerinin karbonsuzlaştırma konusundaki küresel iş birliğini geride bıraktığı yeni bir aşamaya girdi. Sistemler artan iklim sorunları ve enerji kesintileriyle karşı karşıya kaldıkça, dayanıklılık isteğe bağlı olmaktan giderek uzaklaşıyor. Bu değişimde yapay zeka, teknoloji ve dijitalleşme artık kritik bir öneme sahip. Yenilenebilir enerjiye dayalı sistemlerin karmaşık yapısını yönetmek, güvenilirliği sağlamak ve temiz enerjiye geçişi daha akıllı ve daha sürdürülebilir bir şekilde hızlandırmak için kurumların ve hükümetlerin elini güçlendirebilirler" diyor.

TÜRKİYE'DE YERLİ KAYNAKLARIN PAYI YÜZDE 66'YA ULAŞTI

KPMG ve APLUS Enerji iş birliği ile hazırlanan 2024 yılı "Enerji Sektör Raporu"nda, Türkiye'nin enerji piyasalarının son yıllardaki ve bu yılın ilk yarısındaki görünümüne dair önemli bilgilere yer veriliyor. Rapora göre yüksek hava sıcaklıkları elektrik talebini daha da arttırırken devletin elektrik üretimi içerisinde payı azalmaya devam ediyor. Diğer yandan, 2024 yılının ilk 6 ayında toplam üretim içerisinde yerli kaynakların payı yüzde 66'ya ulaşırken ithal kaynakların payı yüzde 34'e geriledi. 2024 yılının ilk yarısında en fazla elektrik ithal edilen ülke Gürcistan olurken Suriye elektrik ihracat edilen ülkeler içerisinde geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ikinci sırada yer alıyor. 2024 Haziran sonu itibariyle Türkiye'nin kurulu gücü 110.539 MW olarak kaydedildi. Türkiye kurulu gücünün yüzde 57,3'ü yenilenebilir enerji kaynaklarından oluşurken doğal gaz yüzde 22,4, yerli kömür yüzde 10,4, ithal kömür yüzde 9,4, diğer termik yüzde 0,5 pay aldı. Devlete ait elektrik üretim santrallerinin sahibi ve işletmecisi olan Elektrik Üretim Anonim Şirketi'ne (EÜAŞ) ait santrallerinin kurulu güçteki payı 2010 senesinde yüzde 48,9 iken 2024 ilk yarı sonu itibarıyla yüzde 19,5 seviyesine geriledi. Serbest üretim şirketleri 2010-2023 seneleri arasında kurulu güçteki paylarını yüzde 43,5'ten yüzde 64,6'ya çıkardı. Lisanssız santrallerin kurulu güçteki payı ise yüzde 12,9'a yükseldi. 2023 yılının ilk 6 ayında gerçekleşen üretim 153.579 GWh iken 2024 yılının ilk 6 ayında yüzde 6,8 oranında bir artışla 163.959 GWh'a ulaştı. Diğer yandan, Türkiye'nin enerji politikasının ana hedeflerinden biri dış ticaret açığını azaltmak amacıyla elektrik üretimi için yerli kaynakların kullanımını artırdı. 2024 yılının ilk 6 ayında toplam üretim içerisinde yerli kaynakların payı yüzde 66'ya ulaşırken ithal kaynakların payı ise yüzde 34'e geriledi.

EN FAZLA İTHALAT GÜRCİSTAN'DAN

2024 yılının ilk yarısı boyunca Türkiye'nin 3 komşu ülkesi olan Bulgaristan, Gürcistan ve Yunanistan ile elektrik ithalatı gerçekleştirilirken elektrik ihracatı bu 3 komşu ülke ve Suriye ile gerçekleştirildi. 2024 yılının ilk 6 ayı boyunca en fazla elektrik ithal edilen ülke 1.018 GWh ile Gürcistan olurken bu miktar toplam elektrik ithalatının yüzde 68'ine tekabül ediyor. Elektrik ithalatının en çok yapıldığı ikinci ülke 331 GWh (yüzde 22) ile Bulgaristan oldu. Bir önceki yıl da benzer şekilde elektrik ithalatının yüzde 77'si Gürcistan'dan yapılmıştı. Bulgaristan yüzde 21'lik pay ile en çok ithalatın yapıldığı ikinci ülke olmuştu. 2024 yılının ilk 6 ayı boyunca en fazla elektrik ihraç edilen ülke ise 405 GWh ile Bulgaristan olurken bu miktar toplam ihracatın yüzde 38'ine tekabül ediyor. Elektrik ihracatının en çok yapıldığı ikinci ülke 336 GWh (yüzde 31) ile Suriye oldu. 2023 yılında ise en yüksek ihracat yüzde 54'lük pay ile Yunanistan'a yapılmıştı. 2023 yılında ihracatın en çok yapıldığı ikinci ülke yine yüzde 26'lık pay ile Suriye olmuştu.

2035 RES GES YATIRIM HEDEFİ 80 MİLYAR DOLAR

T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar Kasım ayının sonunda "yenilenebilir enerji ve enerji dönüşümü 2035 yol haritası"nı açıklamıştı. Her yıl en az 2.000 MW YEKA, denizüstü RES 5.000 MW, uluslararası projeler, mevcut santraller için hibrit kapasite, aynı bağlantı noktasında şebekeye enerji vermeksizin öz tüketim kapasitesi stratejileri ile 2035 yılı hedefi olan 120.000 MW güç hedefine ulaşılacağını ifade eden Bayraktar, "Yenilenebilir enerji güç oranı 2015 yılında 31.610 MW iken 2024 yılında 67.400 MW. Bunun 12.400 MW RES oluşturuyor. Bunlara ek olarak 2024'de; Sivas, Edirne ve Kırklareli başta olmak üzere toplamda yaklaşık 1.200 MW kapasiteli projeler yapılacak. Yenilenebilir enerji stratejisini şekillendirecek üç ana hedef; arz güvenliği, enerji bağımsızlığı ve 2053 sıfır net hedefi" dedi. Reform süreçleri, kaynak çeşitliliği ve dijitalleşmenin önemini ve yenilenebilir enerji ve yerlileşme, doğal gaz ve petrol üretimi, nükleer enerji, enerji verimliliği, hidrojen ve yeni teknolojilerin de öncelikli alanlar olduğunun altını çizen Bayraktar, Yeşil İletim Altyapısına göre; 2024'te 75.464 km olan AC şebeke hattının, 2035'te 90.500 km'ye çıkacağının, 40 MW HVDC koridoru ile birlikte, 14.700 km HVDC hat ve 40 adet HVDC dönüştürücü merkezi ile büyük bir altyapının hedeflendiğinin bilgisini verdi. Bayraktar, "2035 RES GES yatırım hedefimiz 80 milyar dolar" açıklamasında bulundu.

SİBER GÜVENLİK KARBON EMİSYONU KADAR ÖNEMLİ

Kalyon Enerji Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Murtaza Ata'ya göre, enerji milliyetçiliği gibi bir kavramın gündeme gelmesi, jeopolitik krizlerin ve tedarik zincirindeki kırılmaların doğal bir sonucu. Ülkeler artık enerjiyi sadece bir emtia olarak değil, ulusal bir güvenlik meselesi olarak da görüyorlar. Dünyadaki trend, yerli kaynaklarını en iyi kullanan ülkelerin, küresel masada en güçlü oyuncular olacağı yönünde. Dolayısıyla "arz güvenliği" ve "yerlilik" odaklı bu değişimi, sektörün sağlıklı gelişimi için zorunlu bir olgunlaşma süreci olarak görmek gerek. Kritik alt yapıların korunması ve geliştirilmesinin de öncelikli konular arasında yer aldığının altını çizen Ata, "Enerji sistemlerinin dijitalleşmesiyle birlikte siber güvenlik ve fiziksel dayanıklılık (resilience), en az karbon emisyonunu düşürmek kadar hayati hale gelmiş durumda. Ve son olarak yerelleşme zorunluluğunun altını çizebiliriz. Just-in-time (tam zamanında) tedarik modelleri artık son derece karmaşık enerji sektörü için yetersiz kalıyor; just-in-case (her ihtimale karşı) stok ve üretim mantığı, yani yerelleşme ön plana geçiyor" diyor.

MİLLİ ÇIKARLAR İLE GEZEGEN ÇIKARLARI ÖRTÜŞÜYOR

Ata, dünyadan şu örnekleri aktarıyor: "Özellikle tedarik zincirinin yerelleşmesi konusunda büyük bir yarış var. Tarihin en büyük yeşil milliyetçilik hamlesi de denen ABD-Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) ilk akla gelen örnek. ABD, vergi indirimlerini sadece Kuzey Amerika'da üretim şartına bağlayarak, batarya ve yenilenebilir enerji teknolojilerini kendi sınırları içine çekmeye çalışıyor. REPowerEU ve Sınırda Karbon Düzenlemesi ile Avrupa, Rus gazına bağımlılığını kesmek için kendi yenilenebilir kaynaklarına ve hidrojen üretimine devasa yatırımlar yapıyor. Bir nevi yeşil gümrük duvarı örerek kendi sanayicisini koruyan milliyetçi bir ekonomik araç oluşturuyor. Bir başka örnek ise Çin'in kritik minerallere dönük tutumudur. Çin, yenilenebilir enerji teknolojileri (güneş panelleri, bataryalar) için kritik olan minerallerin üretim zincirinin tamamını ülke içinde tutmayı hedefliyor."

Yenilenebilir enerji sektöründe "milli çıkarlar" ile "gezegenin çıkarları"nın tarihte ilk kez bu kadar örtüştüğünün altını çizen Ata, "Öncelikle güvenlik iklimin önüne geçmiştir. Almanya'nın enerji krizi sırasında kömür santrallerini tekrar devreye alması veya ülkelerin LNG stoklamak için birbiriyle yarışması bunun kanıtıdır. Işıkların sönmemesi (arz güvenliği), bir siyasetçi ya da bürokrat için karbon hedeflerinden daha acil bir sorundur. Ancak aslında sorunun yanıtı tam olarak buralardan devşirilemez. Çünkü, enerji milliyetçiliği paradoksal olarak iklim hedeflerine hizmet de edebilir. Çünkü bir ülkenin enerji bağımsızlığını sağlamasının en kalıcı yolu, ithal fosil yakıtların yerine, kendi rüzgarına, güneşine ve yerli kaynaklarına yönelmesidir. Yani motivasyon milliyetçilik olsa da sonuç, stratejik olarak yeşil enerjiye geçişin hızlanması ve güçlenmesi olabilir" diye konuşuyor.

TÜRKİYE SÜRECİ EN İYİ OKUYAN AKTÖRLERDEN

Ülkemizin enerji milliyetçiliği dürtüsüyle, dışa bağımlı olduğu doğalgazı azaltıp kendi rüzgarına ve güneşine yönelmesinin aslında en büyük çevreci adımı olduğuna vurgu yapan Ata, "Kalyon Karapınar GES örneğinden gidersek; biz bu projeyle ülkemizin döviz kaybını önleyerek ekonomik bir milliyetçilik yapıyoruz ama aynı zamanda yılda milyonlarca ton karbon salımını engelleyerek iklim hedeflerine hizmet ediyoruz. Karapınar GES, devreye alındığı günden bu yana, tek bir tesis olarak yaklaşık 1 milyar dolarlık doğal gaz kullanımının önüne geçti. Aynı şekilde yaklaşık olarak 6,5 milyon ton karbon emisyonunun önüne geçen bir enerji üretimi yaptı. Bugüne kadar yaklaşık olarak 10 milyar kilovat saat elektriği güneş enerjisinden üretti. Yani çok ciddi cari açığa katkıda bulunan bir proje ki yıllık yaklaşık 3 milyar kilovat saat elektrik üretiyor. Bu da nereden baksanız her yıl 300-400 milyon dolarlık doğrudan cari açığa bir katkı demektir. Yani enerji bağımsızlığı, yeşil dönüşümün rakibi değil, en güçlü katalizörüdür. Türkiye bu süreci en iyi okuyan aktörlerden biridir: Karadeniz gazı, Gabar petrolü ve YEKA ihaleleri ile enerjideki yerlilik oranını hızla artırmaktadır. YEKA modeli, bu enerji milliyetçiliği kavramının en başarılı uygulama örneklerinden biridir. Bu sayede yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızdan sağlanan enerji ihtiyacımızı yüzde 60'ın üstüne çıkardık" şeklinde konuşuyor.

BÖLGESEL BATARYA OLABİLİRİZ

Türkiye'nin sadece enerjiyi değil, enerjiyi üreten teknolojiyi de yani güneş panellerini yerlileştirerek doğru bir strateji izlediğinin altını çizen Ata, sözlerini şöyle tamamlıyor: "Kalyon PV ile ülkemiz, Avrupa'nın en büyük panel üreticilerinden biri haline gelmiş durumdadır. Eskiden enerji güvenliği denince akla boru hatları ve tankerler gelirdi; şimdi ise güneş paneli fabrikaları, batarya teknolojileri ve nadir toprak elementleri geliyor. Ülkeler artık sadece enerjiyi üreten santrali değil, o santrali kuran teknolojiyi de kendi sınırları içinde istiyor. Ancak bu pozisyonlarımızı güçlendirmek için atmamız gereken bazı ek adımlar da mevcut. Türkiye, coğrafi avantajını kullanarak sadece bir transit ülke değil, enerjinin fiyatlandığı bir ticaret merkezi (hub) olmalıdır. Bu, enerji milliyetçiliği çağında Türkiye'ye büyük bir diplomatik güç sağlar. İkinci olarak, Siemens raporunda vurgulanan dayanıklılık için şebeke altyapısının modernizasyonu ve batarya depolama yatırımları, üretim kadar öncelikli olmalıdır. Türkiye'nin coğrafyası, enterkonnekte gücü ile ürettiği yeşil elektriği ihraç etmeye çok müsait. Milliyetçilik, ürettiğin fazla enerjiyi komşularına satabildiğin zaman gerçek bir güce dönüşür. Benzer bir şekilde, Türkiye, Eskişehir'deki nadir toprak elementleri rezervini hızla işleyerek küresel tedarik zincirinde Çin'e alternatif stratejik bir oyuncu haline gelmelidir. Özetle Türkiye için enerji milliyetçiliğini içe kapanmak olarak değil, kendi kendine yetebilen küresel bir oyuncu olmak şeklinde yorumlayabiliriz. Yerli kaynakları ekonomiye kazandırırken, uluslararası finansı Türkiye'ye çekecek güvenilir bir piyasa yapısını korumak, Türkiye'nin, enerjide bölgesel batarya olma potansiyelini hayata geçirecektir."

KÜRESEL ENERJİ TALEBİ 2050'YE KADAR YÜZDE 18 ARTACAK

Eksim Enerji CEO'su Arkın Akbay, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın açıkladığı 'Türkiye'nin Enerji Dönüşümünde 2035 Yol Haritası' üzerinden sektörün geleceğini değerlendirerek, "Dalgalı seyreden emtia ve ekipman maliyetlerine karşı alınacak önlemler, enerjide bağımsızlık hedefi ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkisi göz önünde bulundurulduğunda, enerji dönüşümünde hızlanmamız gerekiyor. Küresel enerji talebinin 2050 yılına kadar yüzde 18 artması beklenirken bu büyümenin çoğunun gelişmekte olan ekonomilerden kaynaklanacağı öngörülüyor. Bu kapsamda değerlendirilen Türkiye'nin, 2035'e kadar belirlenen 80 milyar dolarlık yatırım ve üretilen enerjinin taşınabilmesi için açıklanan 28 milyar dolarlık iletim sistemi yatırım hedefi, yenilenebilir enerji sektörüne küresel trendlerin de önüne geçiren bir vizyon kazandırıyor" diyor.

Küresel enerji talebinin 2050 yılına kadar yüzde 18 artacağına değinen Akbay, şöyle devam ediyor: "Bu büyümenin çoğunun, Güneydoğu Asya, Hindistan ve Orta Doğu gibi gelişmekte olan ekonomilerin büyümesinden kaynaklanacağı öngörülüyor. Özellikle yüksek ısı gerektiren proseslerin de elektrikle karşılanacağı çözümlerin devreye girmesi, elektrikli araçların artan pazar payı, yapay zekanın iş modellerinde yükselişi ve bu doğrultuda veri merkezlerinin talebi, enerji talebinin artış hızına pozitif etki ediyor. Yapay zeka çözümleri, küresel ekonomiye yıllık 10 ila 15 trilyon dolar arasında ekonomik değer yaratma potansiyeline sahip. Veri merkezlerince, 2050 yılına kadar toplam elektrik talebinin yüzde 5 ila yüzde 9 yükselebileceği tahmin ediliyor. Bu talep artışı öngörüsünün dörtte birini bile karşılayabilmek için küresel ölçekte 50 ila 75 GW ek temiz enerji kaynağına ihtiyacımız olacak."

2026, DEPOLAMA YATIRIMLARININ SAHAYA İNDİĞİ YIL OLACAK

Türkiye'de enerji depolama alanındaki dönüşüm; yeni mevzuat düzenlemeleri, artan yatırım iştahı ve hızlanan yerli üretim çalışmalarıyla kritik bir eşikten geçiyor. Enerji Depolama Sistemleri Derneği (EDSİS) Yönetim Kurulu Başkanı C. Can Tutaşı ise, küresel enerji sistemlerindeki verimsizliklerin, artan elektrik kayıplarının ve yenilenebilir enerjinin dalgalı yapısının depolamayı artık zorunlu hale getirdiğini belirtiyor. Dünya genelinde üretilen primer enerjinin yaklaşık yüzde 66'sının dönüşüm süreçlerinde kaybolduğunu belirten Tutaşı; kayıplar nedeniyle milyonlarca megavatsaat enerjinin şebekeye aktarılamadığını ifade ederek, "Bu tablo, küresel ölçekte üretim artsa bile elektriğin önemli bir bölümünün kullanılmadan boşa gittiğini gösteriyor. Dolayısıyla depolama teknolojileri artık yalnızca destekleyici bir unsur değil, enerji mimarisinin merkezinde yer alıyor. Türkiye'de artan sanayi talebi, yükselen yenilenebilir kurulu güç ve enerji arz güvenliğinin stratejik önemi depolamayı ulusal ölçekte zorunlu kılıyor. Özellikle güneş enerjisinde yaşanan mevsimsel üretim dengesizlikleri ancak depolama yoluyla yönetilebilir. Bu yalnızca güneş için geçerli değil; sınırlı olan tüm enerji kaynakları için aynı durum söz konusu. Enerjiyi depolamadığımız sürece hiçbir kaynağı sürdürülebilir hale getiremeyiz" açıklamasını yapıyor.

2026 yılının enerji depolama sektörü için bir dönüm noktası olacağını belirten Tutaşı, Tahsis edilen 33.000 MW'lık hibrit kapasitenin yanı sıra 6.000–7.000 MW aralığında öngörülen müstakil depolama projelerinin önemli bir bölümünün yıl içinde fiziki inşaat ve devreye alma aşamasına geçmesinin beklendiğine işaret ederek, "2026'da Türkiye'nin ilk büyük ölçekli batarya destekli güneş ve rüzgâr santrallerinin işletmeye alınmasıyla birlikte bu tesislerin şebekede yan hizmetler, pik yönetimi ve frekans regülasyonu gibi kritik alanlarda aktif rol üstlenmesini öngörüyoruz. Yerli batarya üretimi için yapılan OEM başvurularının sonuçlanması, enerji yönetim yazılımlarının ticarileşmesi ve konteyner–BMS çözümlerinde yerli tedarik zincirinin olgunlaşmasıyla 2026, depolama teknolojilerinin ithal edilmekten çıkıp Türkiye'de üretilen bir yapıya dönüşmeye başladığı bir yıl olacak. Bu gelişmeler ışığında 2026, yalnızca kapasite tahsis edilen bir dönem değil; depolama teknolojilerinin sahada gerçek anlamda devreye alındığı bir döneme geçiş yılı olacaktır" diye konuşuyor.

Küresel elektrik talebinin 2035'e kadar yüzde 40 artacağının altını çizen EDSİS Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Alper Terciyanlı ise, "Bugün yaşanan kesintilerin yüzde 85'inin şebeke ekipmanlarından kaynaklanması, artan hava olayları ve 400 TWh'i aşan veri merkezi talebiyle birleşince depolama yalnızca bir 'dengeleme unsuru' olmaktan çıkıyor; doğrudan bir güvenlik bileşenine dönüşüyor. Üretim yatırımları son 10 yılda yüzde 70 artarken şebeke yatırımlarının yalnızca yüzde 25 artmış olması da tabloyu netleştiriyor. Depolama olmadan yüksek yenilenebilir penetrasyonu ekonomik değil, sürdürülebilir değil ve güvenli değil" diyor.

"TÜRKİYE SOMUT ADIMLAR ATIYOR"

Enerji milliyetçiliğini, "ülkelerin enerji arz güvenliğini sağlamak amacıyla yerli üretim kapasitesini artıracak stratejik adımlar atmaları" şeklinde tanımlayan Çukurova Isı Yönetim Kurulu Üyesi Osman Ünlü de, "Küresel enerji piyasalarının giderek daha kırılgan hale geldiği bir dönemde, ülkelerin kendi enerji kaynaklarına ve bu alandaki teknolojilere yatırım yapmaları kaçınılmaz. Özellikle Türkiye gibi enerji talebinin hızla arttığı ve fosil yakıt bağımlılığının yüksek olduğu ülkeler için bu strateji kritik önem taşıyor. Avrupa'dan ABD'ye kadar pek çok ülkede enerji milliyetçiliğinin güçlü örneklerini görüyoruz. Biz de ülke olarak, yerli ve yenilenebilir kaynakların sistemdeki payını artırmayı, kritik teknolojilerde dışa bağımlılığı azaltmayı ve enerjide stratejik özerkliği güçlendirmeyi temel bir stratejik hedef olarak benimsiyoruz" diyor.

Ünlü'nün aktardıklarına göre, özellikle Avrupa ve ABD'de enerji milliyetçiliği örneklerini görmek mümkün. 2022'deki Rusya–Ukrayna krizi sonrası Avrupa, doğalgaz ve elektrik arzını çeşitlendirmek ve yerli üretimi artırmak için hızlı adımlar attı. 2021'de doğalgazın yaklaşık yüzde 45'ini Rusya'dan ithal eden Avrupa, 2024'te bu oranı yüzde 19'a çekmeyi başardı. Yenilenebilir enerji üretiminde de ciddi büyüme kaydedildi. Hatta yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen net elektrik üretiminin payı yüzde 47 seviyelerine ulaştı. Öte yandan ABD, temiz enerji teknolojilerinde yerli üretimi destekleyen büyük teşvik paketleri uygulamaya koydu. Çin ise güneş panelleri, bataryalar ve kritik minerallerde dışa bağımlılığını azaltmayı hedefliyor. Bu örnekler, enerji milliyetçiliğinin yalnızca bir kavram değil, günümüzde pek çok ülkenin pratiğe dönüştürdüğü bir strateji olduğunu gösteriyor.

Enerji milliyetçiliği ve iklim hedeflerinin birbirini tamamlayan stratejiler olduğunun altını çizen Ünlü, "Ülkemizin enerji arz güvenliğini ve stratejik özerkliğini sağlarken, aynı zamanda sürdürülebilir ve düşük karbonlu bir enerji sistemine geçişi desteklememiz gerekiyor. Toplam enerji tüketimi içinde yerli ve yenilenebilir kaynakların payını artırmak, hem enerji bağımsızlığımızı güçlendirir hem de iklim hedeflerimize ulaşmamıza katkı sağlar. Dolayısıyla enerji milliyetçiliğini, iklim hedeflerinden bağımsız bir öncelik olarak görmek doğru değil" diyor. TEİAŞ verilerine göre, 2025 başı itibarıyla Türkiye'nin toplam elektrik kurulu gücünün yaklaşık yüzde 60'ının yenilenebilir kaynaklardan sağlandığına da işaret eden Ünlü şunları aktarıyor:

"Bu güçlü tablo, Türkiye'nin enerji milliyetçiliği ve arz güvenliği stratejisinde kararlı ve somut adımlar attığını açıkça gösteriyor. Rüzgar ve güneş enerjisinde yıllık kapasite artışları, YEKA ihaleleriyle hızlanan yeni yatırımlar, şebeke modernizasyonu, depolama teknolojilerine yönelik düzenlemeler ve yerli üretimi büyüten teşvik yapısı da bu stratejinin sahadaki en net örnekleri. Ancak Türkiye'nin yenilenebilir enerji ve enerji bağımsızlığı hedeflerini bir adım daha ileri taşımak için rüzgar ve güneş yatırımlarının hızlandırılması, enerji depolama kapasitesinin artırılması ve akıllı şebeke teknolojilerine yatırım yapılması kritik önem taşıyor. Ayrıca, yerli üretim ve teknoloji geliştirme konusunda daha fazla Ar-Ge desteği sağlanmalı; böylece hem dışa bağımlılık azalır hem de ülkemizin enerji sektöründeki küresel rekabet gücü artar."

ENERJİ ARTIK ULUSAL GÜVENLİĞİN BİR PARÇASI

Call Energy CEO'su Sacit Akbaş da, enerjinin artık tüm dünyada ulusal güvenliğin bir parçası haline geldiğini ifade ederek, "Zira enerjiye ulaşımın olmadığı zamanlarda ulaşımdan haberleşmeye, finanstan sağlığa, hemen her sektörde hayatın durduğuna çok yakın geçmişte birden fazla örnekle şahit olduk. Ülkeler için bu kadar kritik öneme sahip enerji güvenliğinin de dijitalleşme, akıllı şebekeler, depolama sistemleri, yenilenebilir enerji üretimi ve yerel mühendislik kapasitesinin güçlendirilmesi gibi pek çok komponentin senkronize bir şekilde hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Türkiye'de kurulan ve 40 ülkede 400'den fazla proje tamamlayan bir enerji şirketi olan YEO Teknoloji'nin, global pazarda yenilenebilir enerji ve enerji depolama yatırımları ve bu yatırımların enerji ticareti alanlarında faaliyet gösteren markası Call Energy olarak da ucuz, ulaşılabilir ve yeşil olma üzere üç temele oturan sürdürülebilir enerji yatırımlarının, enerji güvenliğinin en kritik bileşenlerinin başında geldiğine inanıyoruz" diye konuşuyor.

Enerji milliyetçiliğinin aslında iklim hedeflerinden bir kopuş değil tersine, ülkelerin iklim hedeflerine daha sağlıklı bir zeminde ulaşabilmesi için atılan zorunlu bir adım olduğunu ifade eden Akbaş, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Dünyanın farklı coğrafyalarında ülkelerin farklı önlemler aldığını izliyoruz. Örneğin ABD'de yenilenebilir enerji ekipmanlarında yerli üretim zorunluluğu getiriliyor. Depolama, güneş paneli, invertör, batarya için oldukça agresif Made in USA teşvikleri bu alanda en açık enerji milliyetçiliği örneklerinden olabilir. Avrupa Birliği ise Net Sıfır hedefine ulaşmak için çalışıyor. Burada güneş paneli ve batarya üretiminde kritik bağımlılığı azaltma hedefi bulunuyor. Avrupa ve ABD'nin hamleleri her ne kadar enerji milliyetçiliği gibi görünse de COVID-19 pandemi sürecinde yaşadığımız tedarik zincirinin kırılması benzeri şoklara karşı aslında ülkelerin kendilerini hazırlıklı tutmaları ve dolayısıyla enerji dönüşümünün sekteye uğramaması için oldukça pozitif hamleler olarak da görebiliriz. Çin ise Enerji Güvenliği Önceliği politikasıyla önce arz güvenliği, sonra karbon nötr olma hedefini koydu."

Esasında, enerji milliyetçiliği ve iklim krizi ile mücadelenin birbirlerine rakip kavramlar olmadığına vurgu yapan Akbaş sözlerini şöyle tamamlıyor: "İleride yaşanabilecek olası global krizlerde iklim değişikliği problemi ile mücadelenin devamını belki de enerji milliyetçiliği başlığı altında bugün atılan adımlar sağlayacak. Enerji güvenliği ülkelerin bugünü ve yakın geleceğini, iklim hedefi ise yarınları için gerekli görüldüğü noktada, Hükümetlerin önce kritik enerji arz zincirini garanti altına almak istemeleri doğal bir refleks olarak görülebilir. Bununla birlikte bu durum iklim hedeflerinden şaşmayı değil, bilakis bu dönüşümüm kısa vadede yavaşlıyor gibi olsa da aslında uzun vadede hızlanarak devam edeceğinin bir göstergesi olarak algılamak da mümkün. Türkiye, enerji arzı güvenliğini sağlamak için önemli adımlar atarken, 2017 senesinden itibaren YEKA ihaleleriyle yerli üretim ve yerli mühendislik şartını da bir zorunluluk olarak ortaya koydu. Ayrıca, tahsis edilen lisans kapasitelerine paralel olarak batarya depolama, dengeleme, toplayıcılık, vb. birçok alandaki yönetmeliklerle belirsizlikleri kaldırarak özel sektörün bu alandaki yatırımlarının hızlanmasını sağladı. 2035'e kadar yenilenebilir enerji kapasitesinin 2,5 kat artırılması hedefleniyor ki bu da ülke olarak karbon ayak izimizi uzun vadede azaltmak için en önemli kilometre taşlarından birisi olacak. Enerji teknolojileri ve dijital dönüşüm için yapay zekayı kullanırken yerli batarya yatırımımızı da devreye alıyoruz. Yıllık 5 GWh kapasiteye sahip enerji depolama sistemleri üretecek Reap Battery fabrikamızı İstanbul Tuzla'da bu sene Aralık ayında açıyoruz. Bu fabrikayla hem ülkemizin hem de bölgenin en büyük enerji depolama sistemleri üreticilerinden biri olacağız."

KRİTİK MİNERALLER, NADİR METALLER VE HURDA

Metsims Sustainability Consulting Sürdürülebilirlik Müdürü Orhan Atacan'ın aktardıklarına göre, jopolitik gerilimler, enerji tedarikinde dışa bağımlılığın ve özellikle sınırlı tedarik zinciri çeşitliliğinin pek çok ülkede ekonomik, operasyonel ve güvenlik temelli sorunlara yol açtığını gösteriyor. Bu durum yalnızca enerji ile sınırlı değil; su kaynakları, kritik mineraller, nadir metaller, hurda kaynakları ve stratejik hammaddeler de artık benzer şekilde güvenlik perspektifiyle ele alınıyor. Nitekim düşük karbonlu üretimin vazgeçilmez girdisi haline gelen çelik ve alüminyum hurdalarının ihracatında getirilen kısıtlamalar, kritik minerallerin ihracatına yönelik düzenlemeler, ABD–Çin arasındaki teknoloji ve hammadde sınırlamaları ile AB'nin Kritik Hammaddeler Yasası (Critical Raw Materials Act) bu eğilimin güncel ve somut örnekleri olarak önümüzde. AB Kritik Hammaddeler Yasası'nın, AB'nin 2030 yılına kadar stratejik minerallerin en az yüzde 10'unu AB içinde çıkarmayı, yüzde 40'ını AB içinde işlemeyi, tüketiminin en az yüzde 25'ini geri dönüşümden sağlamayı ve hiçbir ülkeden toplam tüketimin yüzde 65'inden fazlasını ithal etmemeyi hedeflediğinin altını çizen Atacan, "AB'nin sanayi, teknoloji ve savunma gibi stratejik sektörlerde kullanılan materyallerin bölge içinde geri dönüştürülmesi ve işlenmesini teşvik etmesi, mevcut jeopolitik konjonktürde rasyonel ve gerekli bir stratejik hamle olarak değerlendirilebilir. Bu politik dönüşümün arka planında iklim krizi ile mücadelenin de önemli bir etkisi vardır. Enerji bağımsızlığını güçlendirmek için tercih edilen çözümler aynı zamanda ülkelerin net-sıfır hedefleri ile uyumludur. Bir başka ifadeyle, enerji milliyetçiliği özellikle fosil kaynak zenginliği olmayan ülkeler için giderek yeşil enerji politikalarıyla iç içe geçmiş durumdadır" diyor.

Diğer taraftan, emisyon azaltımında elektrifikasyonun rolünün büyüdükçe enerji talebinin arttığına vurgu yapan Atacan, "İçten yanmalı motorlardan elektrikli araçlara geçiş, sanayideki üretim süreçlerinin elektrifikasyonu, dijitalleşme ve nüfus artışı bu talebi daha da yukarı çekmiştir. Enerji ihtiyacının artması ile birlikte aslında kaynakta ithal edilmesi zorunlu taraftan ülke içinde üretilebilir kaynağa kaymaktadır. Artan tüketim, enerji arz güvenliğini bugün her zamankinden daha stratejik hale getirmektedir. Bu artış Türkiye için de geçerlidir. 2024 yılında Türkiye'nin elektrik tüketimi 354,6 TWh seviyesine ulaşmış olup bu değer 2023'e göre yüzde 7,1 artışa işaret etmektedir. Son 10 yıla baktığımızda elektrik tüketiminde yüzde 49'luk bir artış olduğu görülmektedir. Bu artan ihtiyacı karşılamanın en rasyonel yolu ise yenilenebilir enerji kapasitenin güçlendirilmesidir. Yenilenebilir enerji, çevresel açıdan daha temizken hem de operasyonel anlamda da kaynak özgürlüğü sağlamaktadır" diye konuşuyor.

Rüzgar ve güneş enerjisi üretiminde Türkiye belirgin bir ivme yakalamış olup işletme süreçlerinden ziyade üretimin altyapı ihtiyacı olan panel, türbin ve ekipman üretiminde dış kaynak bağımlılığının sürmekte olduğuna da değinen Atacan, sözlerini şöyle tamamlıyor:

"Bu nedenle son yıllarda üzerine düşülen enerji yatırımlarında yerli üretimin güçlendirilmesi, Türkiye'nin uzun vadeli enerji bağımsızlığını destekleyecek kritik bir adımdır. 2024 üretim verilerine göre elektrik karışımında yenilenebilir enerjinin payı yüzde 46'ya ulaşmış durumdadır. Son 24 yılın ortalamasının yüzde 30 civarında olduğu düşünüldüğünde bu oran, uygulanan teşvikler ve yatırım iştahının somut karşılığıdır. Özel sektörün hem iklim hedefleri hem de finansal geri dönüş beklentisi nedeniyle yenilenebilir projelere yönelmesi, önümüzdeki yıllarda devreye alınacak nükleer enerji yatırımları ile birlikte Türkiye'nin enerji portföyünü daha dengeli ve daha bağımsız hale getirecektir. Böylece, özellikle ithal kömür ve doğalgaz gibi fosil ve dışa bağımlı kaynakların payı yapısal olarak azalacaktır. Bu çerçevede enerji milliyetçiliği ile iklim politikalarını zıt kutuplar olarak görmek yerine, enerji milliyetçiliğini yenilenebilir enerjiyle harmanlayan akılcı bir yaklaşım benimsemek Türkiye açısından önemli bir fırsattır."

"Muadil sistemler kurulmalı"

Dr. Tuncay Küçükpehlivan/ Başarsoft Kurucu Ortağı


Türkiye, enerjide çok büyük oranda dışa bağımlı bir ülke. Hatta tükettiğimiz elektriğin bir kısmı da ithal ettiğimiz doğalgaz ile üretiyoruz. Enerji ile ilgili önemli konulardan biri de enerjinin yönetimi ve bu alanda teknolojilerin yerelleştirilmesi ve millileştirilmesi. EPDK, elektrik dağıtım sektöründe yerli ekosistemin oluşturulması ve yaşatılması ile ilgili 2023 yılında 12 ayrı konu başlığında teşvik paketleri oluşturdu. Bu teşvik paketleri sadece yurtdışına ödenen lisans maliyetlerini düşürmek amacı ile gündeme gelmiş olsa da enerjinin güvenliği açısından da bu teknolojilere hakim olmak büyük bir önem arz ediyor. Geçtiğimiz aylarda İspanya'da yaşanan ülke çapında kesinti gibi bir olay ülkemizde de yaşanabilir. Hatta bir sabotaj halinde sistemi tekrar ayağa kaldırmak günler sürebilir. Hem kritik altyapının stratejik bir bilgi olması, hem de bu altyapıyı yöneten sistemlerin siber güvenlik önlemlerinin alınması çok önemli. Dağıtım sisteminde kritik yükler nerededir, bu yükleri besleyen iletim ve dağıtım hatları, ilgili dağıtım ekipmanları nerededir? Hepsi hayati önem taşıyor. Deprem sırasında bu verilerin elimizde olması sayesinde şehirlere ve özellikle kritik yüklere tekrar elektrik sağlamak daha kolay hale geldi. Millileştirmeden anlamamız gereken dışarıya kapalı bir sistem kurmak değil, global çözümlere hakim olmak, muadili sistemleri kurabilecek ve yönetebilecek kaynakları oluşturabilmek olmalı. EPDK yaklaşımının bu açıdan oldukça yerinde olduğunu söyleyebiliriz.

"Türkiye enerji teknolojileri merkezi olabilir"

Erkut ALKAYA/ Nu Teknoloji CEO'su

Bu trend dünya genelinde çok net biçimde gözleniyor. ABD, Inflation Reduction Act ile yenilenebilir enerji ve batarya yatırımlarını ülke içine çekerek açık bir enerji sanayi milliyetçiliği başlattı. Almanya, Rus gazına bağımlılıktan çıkış süreciyle birlikte LNG altyapısına yatırım yaptı ve aynı anda yerli yenilenebilir kapasitesini hızla artırdı. Çin güneş paneli, batarya ve nadir toprak elementlerinde dünyanın en büyük üreticisi konumuna gelerek enerji teknolojilerinde stratejik bir üstünlük kurdu. Fransa ise nükleer enerjiyi yeniden ulusal güç unsuru olarak konumlandırdı. Bu örnekler, enerji milliyetçiliğinin fosil kaynaklara dönüş değil; yenilenebilir enerji ve teknoloji üzerinden kurulan yeni bir güç mimarisi olduğunu açıkça gösteriyor. Enerji arz güvenliğini sağlayamayan bir ülkenin iklim hedeflerini istikrarla sürdürebilmesi mümkün değil. Bugünün yeni enerji aklı, yerli güneş, yerli rüzgâr, yerli enerji depolama, akıllı şebekeler ve dijital enerji yönetimi üzerine kurulmalıdır. Nu Grup olarak, Türkiye'nin, Balkanlar, Orta Doğu ve Avrupa için enerji teknolojileri merkezi haline gelebileceğine inanıyoruz. Karadağ ve Balkanlar'da yürüttüğümüz mikrogrid, off-grid ve enerji depolama projeleri bu vizyonun sahadaki karşılığıdır.

"Jeopolitik gerilimler güvenlik kaygılarını artırdı"

Alkım BAĞ / Shura Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü

Aslında enerji politikalarında güvenlik ve ekonomik erişilebilirlik her zaman temel hedeflerdi. Son on yılda buna bir de iklim krizi nedeniyle sürdürülebilirlik eklendi. Temiz enerji dönüşümü, bu üç hedefi birlikte optimize etme çabasıydı. Ancak bugün dünyanın karşı karşıya olduğu jeopolitik gerilimler (Rusya-Ukrayna savaşı, ABD'deki yeni politik eğilimler, Çin'in temiz teknoloji tedarik zincirlerindeki hakimiyeti ve yükselen milliyetçilik dalgası) güvenlik kaygılarını yeniden en üste taşıdı. Buna bir de gelişmekte olan ülkelerin dönüşüm finansmanına erişimde yaşadığı güçlükler ve yeşil dönüşümün yaratacağı refahın adil paylaşımına ilişkin soru işaretleri eklenince, ülkelerin "kendi yağıyla kavrulma" isteği daha da güçleniyor. Türkiye'nin karşı karşıya olduğu en ciddi tehlike, zorlayıcı dönüşüm adımlarından kaçınma isteğiyle sınırlı kamu kaynaklarını uzun vadeli fosil altyapılarına yönlendirmek. Böyle bir tercih, ülkeyi uzun süreli bir fosil bağımlılığına kilitleyerek hem ekonomik kırılganlığı artıracak, hem de enerji ithalatına bağımlılığı sürdürecektir.

"Sanayide rekabet gücü, yerli kaynaklara erişim ile sürdürülebilir"

Tolga BATALLI / Artemis Halı Yönetim Kurulu Başkanı

Enerji milliyetçiliği kavramı son dönemde özellikle üretim odaklı ülkelerde giderek daha görünür hale geliyor. Bu yaklaşım, yalnızca ekonomik bir tercih değil; sürdürülebilir büyüme, tedarik zinciri istikrarı ve sanayi kapasitesinin geleceği açısından kritik bir başlık. Artemis Halı olarak görüyoruz ki sanayide rekabet gücü artık yalnızca fiyat ve kaliteyle ölçülmüyor. Enerjide bağımsızlık, öngörülebilir maliyetler ve yerli kaynaklara erişim de üretimin sürdürülebilirliğini belirleyen en önemli unsurlar arasında. Küresel iklim hedeflerinin önemini kabul etmekle birlikte, enerji arzındaki dalgalanmaların ve jeopolitik risklerin üretim süreçlerini doğrudan etkilediğini biliyoruz. Bu nedenle enerji milliyetçiliğini iklim politikalarının alternatifi değil, aksine sürdürülebilirlik hedeflerini tamamlayan bir yaklaşım olarak değerlendiriyoruz. İklim hedefleri uzun vadeli bir vizyon sunarken, enerji milliyetçiliği sanayinin günlük operasyonlarında sürdürülebilirliği sağlar. Bugün enerji fiyatlarındaki oynaklık ve tedarik zincirindeki belirsizlik, sanayicinin rekabet gücünü doğrudan etkiliyor. Yerli ve yenilenebilir enerji yatırımlarının artması ise hem ekonomik istikrar sağlıyor hem de iklim politikalarına destek veriyor. Artemis Halı olarak Gaziantep'teki tesisimizin çatısına kurduğumuz GES ile yılda 3,1 milyon kWh'den fazla enerji üretiyoruz. Bu tür yatırımlar hem enerji maliyetlerini azaltıyor hem de ülkenin enerji bağımsızlığına önemli bir katkı sağlıyor. Bunun yanında güneş paneli, inverter ve batarya gibi ekipmanlarda yerli üretimin desteklenmesi; maliyetleri düşürmek ve tedarik zinciri dayanıklılığı yaratmak açısından büyük önem taşıyor.

"iklim hedeflerini rafa kaldırmak anlamına gelmiyor"

Onur ÜNLÜ / Escon Enerji CEO'su

Ülkelerin enerji politikaları 10 yıl önce Paris Anlaşması ile başlayıp ardından Avrupa Yeşil Mutabakatı ile devam eden süreçte ciddi bir dönüşüm ve hız kazandı. Karbon nötr hedefleri, emisyon azaltımı ve fosil yakıtlardan çıkış en büyük öncelikler haline geldi. Ancak bu yolculuk, Rusya-Ukrayna Savaşı ve Orta Doğu'daki çatışmalar gibi jeopolitik şoklarla sekteye uğradı. Özellikle Ukrayna'da süregelen savaşın ilk dönemlerinde birçok ülke, uzun yıllardır çıkmak için büyük çaba gösterdiği kömürü yeniden değerlendirmek, hatta kömür santrallerini devreye almak durumunda kaldı. Bu durum da bize şunu gösterdi: Ülkelerin enerji politikalarının merkezinde, dışa bağımlılıktan kurtulmak ve arz güvenliğini sağlamak, bir başka deyişle enerji milliyetçiliği bulunuyor. Bunun için de kendi kaynaklarını kullanmayı ve enerjilerini olası riskler karşısında dayanıklı hale getirmeyi öncelik haline getiriyorlar. Enerji milliyetçiliğinin ön plana çıkması, iklim hedeflerini rafa kaldırmak anlamına gelmiyor. Tam aksine, bu iki amaca aynı yoldan ilerlemek mümkün. Ülkelerin kendi kaynaklarına yönelmesi, enerji verimliliğine, yenilenebilir enerjiye ve enerji teknolojilerine yatırım yapması hem dışa bağımlılığı azaltarak arz güvenliğine hizmet ediyor hem de emisyonları düşürerek iklim hedeflerine ulaşmayı sağlıyor. Türkiye de bu alanda ciddi çalışmalar gerçekleştiriyor. Enerjisinin yaklaşık yüzde 71'ini ithal eden bir ülke olarak, Karadeniz'deki keşifler, yenilenebilir enerji yatırımları, nükleer enerji hamlesi, 2024-2030 Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı (UEVEP) kapsamında sadece enerji verimliliği ile 100 milyon ton emisyon azaltımı hedefi ve batarya teknolojilerine yönelik yatırımlar, bağımsız ve temiz enerji hamlesinin temel taşlarını oluşturuyor.

"Enerji milliyetçiliğinin olmazsa olmazı teknolojik bağımsızlık"

Evren GÜVENÇ / Polat Enerji Genel Müdürü

Türkiye'nin artan enerji ihtiyacı ve enerji arzındaki dış kaynak ağırlığı, enerji milliyetçiliğini ulusal bir zorunluluk haline getirirken, bu dönüşüm sürecinde özel sektörün rolü hiç olmadığı kadar önemli. Polat Enerji olarak biz, enerji milliyetçiliğini yalnızca bir strateji değil, Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek bir sorumluluk alanı olarak görüyoruz. Bu nedenle hem yenilenebilir enerji yatırımlarımızı büyütüyor hem de teknolojik dönüşümü hızlandırarak ülkemizin enerji bağımsızlığına doğrudan katkı sağlıyoruz. Dünya genelinde ülkeler enerji arz güvenliğini merkezine alırken, Türkiye'nin rüzgar ve güneş enerjisindeki güçlü potansiyeli stratejik bir avantaj sunuyor. Polat Enerji olarak bu potansiyeli en verimli şekilde değerlendirmeyi ve yenilenebilir enerji üretiminde öncü rolümüzü güçlendirmeyi sürdürüyoruz. 1.060 MW'ı aşan kurulu gücümüzü 2026 sonuna kadar hem Türkiye'de hem de Avrupa'da istikrarlı bir şekilde büyütmeyi hedefliyoruz. Bu büyümenin merkezinde kapasite artışları, hibrit yatırımlar, ve özellikle enerji depolama sistemlerimiz yer alıyor. Türkiye'nin ilk şebeke ölçekli rüzgar ile entegre enerji depolama sistemini Soma RES'te devreye almamız, enerji teknolojilerindeki öncülüğümüzün somut bir göstergesi. Bu modeli Göktepe, Ege ve Geycek projelerine yaygınlaştırarak 2026 yılı ortasına kadar depolama kapasitemizi 200 MWh'nin üzerine çıkaracağız. Enerji milliyetçiliğinin olmazsa olmazı teknoloji bağımsızlığıdır. Bu doğrultuda Polat Enerji olarak, batarya teknolojilerinden şebeke yönetim sistemlerine, yapay zeka destekli tahminleme çözümlerinden veri odaklı operasyon yönetimine kadar geniş bir alanda dijital dönüşümü merkezimize alıyoruz.

"İklim odaklı değil, jeopolitik bir mesele"

Mehmet Tahir ÖZSOY / Orge Yenilenebilir Enerji Bölüm Başkanı

Enerji geçişinin günümüzde yalnızca iklim odaklı bir dönüşüm olmanın ötesinde jeopolitik bir mesele olduğu aşikar. Pandemi sonrası toparlanma, Rusya-Ukrayna savaşı, tedarik zinciri sorunları ve enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar güvenilir, ulaşılabilir ve yerel enerji arayışını yıllar sonra tekrar ön plana çıkardı. En güncel olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nin nadir elementlere yönelik global anlamda arayış ve girişimleri örnek olarak verilebilir. Çin'e bağımlılığı azaltmak için Kanada ve Avustralya gibi ülkelerle stratejik anlaşmalar yapıyorlar. Diğer taraftan Avrupa Birliğinde de Rus doğalgazına bağımlılığı azaltmaya yönelik girişimler öne çıkıyor. Son dönemin gelişmeleri ele alınınca enerji milliyetçiliğini, iklim hedeflerinden daha önemli olmaktan ziyade daha öncelikli olarak tanımlayabiliriz. Ülkeler belli başlı risklere karışı önlem almak ve ekonomik istikrarı korumak için enerji milliyetçiliğine başvurabilmekte. Bununla birlikte, fosil yakıtlara sahip olmayan veya kısıtlı rezervi bulunan ülkelerde hızla artan yenilenebilir enerji ve depolama yatırımları iklim hedeflerine de katkı sağlamış bulunuyor. Enerji ithalatında yüksek dışa bağımlılık oranı olan ülkemiz esasında yenilenebilir enerji kaynakları bakımından oldukça şanslı durumda. Bunu fırsata çevirmemiz gerekiyor. Bu alanlara yapılan yatırımlarla mevcut kapasite içerisindeki yenilenebilir enerji payı her geçen yıl artıyor. Son birkaç yıldır oldukça iyi gidiyoruz. Yenilenebilir enerji dışında Akkuyu Nükleer Santrali'nin devreye girecek olması ve Karadeniz doğalgazı bu çerçevede yerli enerji alanında elimizi güçlendirecek diğer faktörler olarak sıralanabilir.

BİZE ULAŞIN