İnşaat sektöründe güçlü arz toparlanması
HÜLYA GENÇ SERTKAYA/ İstihdam yılın ikinci çeyreğinde sınırlı oranda gerilerken, işsizlik oranı arttı. 2025 yılının ilk yarısında atıl işgücü yıllık bazda 1.9 milyon kişi yükseldi. Bunun 1.2 milyonu potansiyel işgücünden kaynaklandı. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı işgücü istatistiklerine göre yılın ikinci çeyreğinde mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı bir önceki çeyreğe göre 0.3 puan artışla yüzde 8.6 oldu. İşsiz sayısı ise 106 bin kişi artarak 3 milyon 34 bin kişi düzeyinde gerçekleşti. İstihdam edilenlerin sayısı 2025 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre 41 bin kişi azalarak 32 milyon 435 bin kişi, istihdam oranı ise 0.2 puanlık azalış ile yüzde 48.9 oldu. Mevsim etkisinden arındırılmış istihdam edilenlerin sayısı 2025 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre tarım sektöründe 95 bin kişi, sanayi sektöründe 156 bin kişi azalırken inşaat sektöründe 36 bin kişi, hizmet sektöründe 174 bin kişi arttı. İstihdam edilenlerin yüzde 14'ü tarım, yüzde 20.3'ü sanayi, yüzde 6.8'i inşaat, yüzde 58.9'u ise hizmet sektöründe yer aldı.
Yılın ikinci çeyreğinde, bir önceki çeyreğe göre, işgücü 65 bin kişi artarak 35 milyon 469 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise değişim göstermeyerek yüzde 53.5 olarak gerçekleşti. 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki çeyreğe göre 0.7 puanlık artış ile yüzde 15.9 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı ise 2025 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre 3.5 puanlık artış ile yüzde 32 düzeyinde kaydedildi. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 22.1 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 20.2 olarak tahmin edildi.
İŞSİZLİK ORANI DÜŞERKEN ATIL İŞGÜCÜ ARTIYOR!
Türkiye Cumhuriyet Merkezi Bankası (TCMB), yılın üçüncü enflasyon raporunda işsizlik oranı düşerken atıl işgücündeki artışa dikkat çekti. "Türkiye'de potansiyel işgücü" kutusunda 2025 yılının ilk yarısında işsiz sayısının yıllık bazda 164 bin kişi azalarak 2 milyon 953 bin kişi olduğu vurgulanırken, atıl işgücünün yıllık bazda yaklaşık 1.9 milyon kişi yükseldiği, bunun 1.2 milyonunun potansiyel işgücünden kaynaklandığı ifade edildi. Potansiyel işgücünün büyük çoğunluğu, iş aramayan fakat çalışmak istediğini ve iki hafta içerisinde ise işe başlayabileceğini belirten kişilerden oluşuyor. Potansiyel işgücündeki kişiler, iş aramama nedeni sorusuna verdikleri cevaba göre "ümitsiz işgücü" ve "ümitsizler hariç potansiyel işgücü" olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Ümitsiz işgücünü çoğunlukla vasfına uygun iş bulamayacağını düşünen, önceden çalışmamış ya da geçici işlerde çalışmış lise altı eğitimli kişiler oluşturuyor. Ümitsizler hariç potansiyel işgücü ise çoğunlukla ev işi/çocuk bakımı gibi nedenlerle iş aramayan ancak çalışma isteği belirten kadınlardan oluşuyor. Potansiyel işgücünün heterojen bir yapıya sahip olması nedeniyle işgücü politikalarının farklı demografik grupların ihtiyaçlarının dikkate alınarak tasarlanması işgücüne katılım oranını artırabilecek.
SOSYOEKONOMİK SEVİYESİ EN YÜKSEK İLÇE ÇANKAYA
TÜİK, ilk kez sosyoekonomik seviye bültenini (2023) yayımladı. Sosyoekonomik seviye (SES), hanehalklarının sosyal ve ekonomik statüsünün birlikte ele alındığı bir ölçüm aracı olarak tanımlanıyor. SES, hanehalkını oluşturan fertlerin gelir seviyesi, ortalama eğitim süresi ve meslek bilgilerine göre hesaplanıyor. TÜİK, hesaplamalarda 2022, 2023 ve 2024 yılı verilerini kullanan ve orta yıl olarak 2023'ü kullandı. Sosyoekonomik seviye gruplarına göre; Türkiye'deki hanehalklarının yüzde 1.1'i en üst seviyede, yüzde 11'i üst seviyede, yüzde 16.4'ü üst altı seviyede, yüzde 19.7'si üst orta seviyede, yüzde 16.5'i alt orta seviyede, yüzde 18.6'sı alt seviyede, yüzde 16.7'si ise en alt seviyede yer aldı.
İllere göre incelendiğinde, Ankara'daki hanehalklarının yüzde 2.5'inin, İstanbul'daki hanehalklarının yüzde 2.4'ünün, İzmir'deki hanehalklarının ise yüzde 1.2'sinin en üst seviyede yer aldığı görüldü. En alt seviyedeki hanehalklarının oranı ise İstanbul'da yüzde 12.6, Ankara'da yüzde 12.2, İzmir'de yüzde 15 olarak belirlendi.
İl düzeyinde en üst ve üst sosyoekonomik seviye gruplarındaki hanehalkları, Türkiye içindeki oranlarına göre sıralandığında, bu seviyelerdeki hanehalklarının en fazla olduğu iller yüzde 28.6 ile İstanbul, yüzde 11.5 ile Ankara, yüzde 6.7 ile İzmir, yüzde 3.9 ile Bursa ve yüzde 3.3 ile Antalya oldu.
İlçe düzeyinde en üst ve üst sosyoekonomik seviye gruplarındaki hanehalkları, Türkiye içindeki oranlarına göre sıralandığında, bu seviyelerdeki hanehalklarının en fazla olduğu ilçeler sırasıyla yüzde 4.1 ile Çankaya (Ankara), yüzde 2.4 ile Kadıköy (İstanbul), yüzde 1.9 ile Yenimahalle (Ankara) olarak belirlendi.
SON 12 AYIN EN DÜŞÜĞÜ
Konutta aylık fiyat artışı son 12 ayın en düşük seviyesinde gerçekleşti. Türkiye'deki konutların kalite etkisinden arındırılmış fiyat değişimlerini izlemek amacıyla hesaplanan konut fiyat endeksi (KFE), 2025 yılı Temmuz'da bir önceki aya göre yüzde 0.9 oranında artarak 187.7 seviyesinde gerçekleşti. TCMB verilerine göre, aylık bazda fiyat artış hızı bu performansı ile son 12 ayın en düşük seviyesine işaret etti. KFE yıllık yüzde 32.8 artarken, aynı dönemde reel olarak yüzde 0.5 oranında azalış gösterdi.
Temmuz'da KFE bir önceki aya göre, İstanbul ve Ankara'da sırasıyla yüzde 0.6 ve 1.2 oranlarında artış, İzmir'de ise yüzde 1 oranında azalış gösterdi. KFE yıllık bazda İstanbul'da yüzde 33.5, Ankara'da yüzde 42.9 ve İzmir'de yüzde 31 artış gösterdi. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflamasına göre bölgelerin yıllık konut fiyat endeksi değişimleri incelendiğinde, Temmuz 2025 döneminde en yüksek yıllık artış yüzde 42.9 ile Ankara bölgesinde, en düşük yıllık artış ise yüzde 19.6 ile Antalya, Burdur ve Isparta bölgesinde gözlendi.
REEL FİYATLARDA BEKLENTİ DÜŞÜŞ YÖNÜNDE
Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş, konut fiyat endekslerine ilişkin yaptığı değerlendirmede, konutta yetersiz arz karşısında özellikle son beş yılda artan yatırım amaçlı edinimlerin etkisi ile piyasa dengesinin iyice bozulduğunu, konut fiyatları ve kiralarında çok yüksek artış olduğunu vurguladı. Son iki yılda ise fiyat artışının normalleşme eğilimine girdiğini ve yüksek fiyat artışı beklentisi etkisinin de kırıldığını söyleyen Tanrıvermiş, şunları kaydetti:
"2013 yılında 6 seviyelerinde olan KFE, 2025 yılında 187 seviyelerine yükselmiş durumda. Bu da, 12 yılda yaklaşık 30 kat artışa işaret ediyor. Özellikle 2020 sonrası pandemi, düşük faiz politikaları ve enflasyon etkisiyle artışın hızlandığını gözlemlemekteyiz. Ancak son iki yılda yıllık artış oranı yüzde 180'lerden yüzde 30-40 seviyelerine gerileyerek normalleşme eğilimine girdi. Temmuz 2025'te KFE aylık bazda yüzde 0.9 ve yıllık bazda yüzde 32.8 nominal artış gösterdi. Yıllık bazda reel fiyatların ise 0.5 düşmüş olduğu görülmekte. Buradan hareketle, enflasyonun konut fiyat artışını geçtiğini ve reel anlamda bir durgunluğa işaret ettiğini gözlemek mümkün. Yapı ruhsatlarının 2025 yılında geçmiş dönemlere benzer bir seyir izlemesi halinde enflasyonun yüksek seyretmesi, faiz oranlarının politika gereği yüksek tutulması, krediye erişimdeki zorluklar fiyat artış hızını sınırlayacaktır. Bu nedenle nominal fiyat artışları devam etse de, reel fiyatlarda yatay veya hafif düşüş eğilimi bekleniyor."
YAPI İZİN İSTATİSTİKLERİNİN KAPSAMI GENİŞLETİLDİ
Yapı ruhsatı sayısı ve yapı kullanma izin belgesi sayısı arttı. Yapı izin istatistiklerinde kapsamı genişleten ve mevsimsel düzeltme uygulamaya başlayan TÜİK, 2025 yılı ikinci çeyrek yapı izin istatistiklerini açıkladı. Yapı izin istatistikleri önceki dönemlerde yalnızca belediyeler tarafından düzenlenen yapı belgelerini kapsıyordu. 2025 yılı ikinci çeyreğinden itibaren geçmiş seriler revize edildi. Ayrıca mevsim ve takvim etkilerden arındırılmış seriler haber bültenine eklendi. TÜİK verilerine göre, 2025 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yapı ruhsatı verilen bina sayısı yüzde 47.4 artışla 40 bin 760, daire sayısı yüzde 90.3 artışla 292 bin 433 ve yüzölçüm yüzde 61.8 artışla 55.36 milyon metrekare oldu. 2025 yılı ikinci çeyreğinde yapı ruhsatı verilen toplam yüzölçümün, yüzde 85.1'i belediyeler, yüzde 14.9'u ise diğer yetkili idareler tarafından verildi. En yüksek yüzölçüm payı yüzde 74 ile iki ve daha fazla daireli binaların oldu.
Yılın ikinci çeyreğinde yıllık bazda yapı kullanma izin belgesi verilen bina sayısı yüzde 18.1 artışla 20 bin 135, daire sayısı yüzde 44.3 artışla 130 bin 152 ve yüzölçüm yüzde 30.2 artışla 27.2 milyon metrekare düzeyinde gerçekleşti. Yapı kullanma izin belgesi verilen toplam yüzölçümün, yüzde 85.5'i belediyeler, yüzde 14.5'i ise diğer yetkili idareler tarafından verildi. En yüksek yüzölçüm payı yüzde 67.5 ile iki ve daha fazla daireli binaların oldu.
"ARZ ÇOK CİDDİ ARTABİLİR"
Yapı izin istatistiklerini değerlendiren Prof. Dr. Harun Tanrıvermiş, yapı kullanım izinlerinde daha düşük düzeyde olsa da, açıklanan verilerin yılın ikinci çeyreğinde inşaat sektöründe hem ruhsat hem de kullanım izinlerinde güçlü bir toparlanmanın olduğunu gösterdiğini vurguladı. Tanrıvermiş, "Özellikle çok daireli konut projelerindeki yüksek pay, arzın ilerleyen dönemde ciddi şekilde artabileceğini gösteriyor. Ancak yeni ruhsat alınan projelerin tamamlanarak kullanıma sunulmaları için 2-3 yıl geçmesinin gerekeceği ve buna göre piyasa dengesinin 2027-2028 yıllarında oluşabileceğini belirtmek gerekir. Ancak ülkemizde inşa edilerek kullanılabilecek durumda olan dairelere ilave olarak inşaat ruhsatı alınan ve kat irtifakı kurulan dairelerin de (ön ödemeli) satışının yapılması çok yaygın olduğundan, artan yeni proje sayıları da talep cephesinde beklentinin düşmesine ve doğal olarak aşırı fiyat artışının gerilemesine imkan verecektir. Sonuç olarak fiyat artışlarında kısa vadede reel durağanlık beklenirken; TÜİK'in açıklamış olduğu 2025 yılı Nisan-Haziran dönemi yapı izin verileri inşaat sektöründe güçlü bir arz toparlanmasına işaret ediyor. Buna göre 2026'dan itibaren piyasada daha dengeli bir arz-talep yapısının oluşabileceği öngörülüyor. Enflasyon nedeniyle fiyatlar nominal olarak artmaya devam etse de artış hızının geçmiş yıllara kıyasla daha kontrollü ve ılımlı olması bekleniyor" diye konuştu.
2024 yılı vergi rekortmenleri belli oldu
Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) 2024 vergilendirme dönemine ilişkin en fazla vergi beyan eden mükellefleri açıkladı. Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar 2 milyar 767.6 milyon lira tahakkuk eden vergi ile gelir vergisi rekortmenleri listesinin ilk sırasında yer alırken, Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar ise 2.5 milyar lira tahakkuk eden vergi ile ikinci oldu. Gelir İdaresi Başkanlığı'nın açıkladığı listelere göre iki isim 2021'den bu yana dört yıldır listenin ilk iki sırasında yer aldı. 2024 yılı gelir vergisi rekortmenleri listesinde 757.8 milyon lira vergi tahakkuku ile Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç dördüncü, 372.7 milyon lira vergi tahakkuku ile Rönesans Holding Onursal Başkanı Erman Ilıcak 10. sıraya yerleşti. İlk 10'daki diğer altı rekortmen, isminin açıklanmasını istemedi. İlk 100 listesinde ismini açıklamayan gelir vergisi rekortmen sayısı ise 79.
2024 vergilendirme dönemi kurumlar vergisi rekortmenleri listesinde ise Türkiye Garanti Bankası 25.3 milyar lira vergi tahakkuku ile ilk sırada yer alırken, 20.8 milyar lira vergi tahakkuku ile Ziraat Bankası ikinci, 12.1 milyar lira vergi tahakkuku ile Kuveyt Türk Katılım Bankası üçüncü sırada yer aldı. Türkiye Elektrik İletiş A.Ş. dördüncü, Türkiye Vakıflar Bankası beşinci, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü altıncı, Akbank sekizinci, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü 10. sırada yer aldı. Kurumlar vergisi rekortmenleri listesinde ilk 10'da 2, ilk 100'de 32 mükellef ismini açıklamadı.
Prof. Dr. Berrin Ceylan ATAMAN / İstanbul Topkapı Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi
"Çözüm aktif işgücü politikalarında"
İkinci çeyrek işgücü verilerine göre dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 8.6 iken geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 32. Aradaki fark 23.4 puan ile dünya ortalamalarının çok üzerinde. Bu farkın bir kısmı işgücündeki artış ile açıklanabilir. Diğer bir kısmı ise iş bulma umudu olmayan bir işgücünün varlığı, çalışma koşullarının kötülüğü ve düşük ücret nedenleri ile açıklanabilir. Son toplu sözleşme görüşmelerinde teklif edilen 2026 yılı ilk altı ay 11, ikinci altı ay 7, 2027 yılı için ilk altı ay 4, ikinci altı ay 4 oranındaki minimal artışlar ücretlerin düşük kalmaya devam edeceğine işaret ederken dezenflasyonun bedelinin de ücretli kesime yükleneceğinin işaretlerini veriyor. İstihdam sanayi sektöründe 156 bin kişi azalırken hizmet sektöründe 174 bin kişi artmış olması ekonominin bir hizmet ekonomisine evrilme göstergesidir. Sanayiden atıl kalan işgücünün hizmet sektörü işgücü talebine niteliksel olarak uyum sağlayamamasından kaynaklı bir yapısal işsizlik sorunu aşılabilirse potansiyel işgücünün istihdamı da kısmen sağlanabilir. Öte yandan yapısal bir sorun olan kadın işgücüne katılımın düşüklüğü ile kadın işsizliği ve yüzde 15.9 olan genç işsizliğindeki yüksekliğe dikkat çekilebilir. İlk işini aramakta olan gençlerin işgücü piyasası hakkında bilgi sahibi olmaması ve ücretlerin düşük olması genç işsizliğinin nedenleri arasında öne çıkar, çözüm ise istihdam edilebilirliği arttıracak aktif işgücü piyasası politikalarında aranabilir.
Dr. Cahit SÖNMEZ / TOBB ETÜ Öğretim Üyesi
"Genç işgücü yeterince değerlendirilemiyor"
TÜİK verilerine göre işsizlik oranı geriliyor. Bir süredir tek hanelerde. Ancak şu gerçeğin altını da çizmekte fayda var. Türkiye'de işgücüne katılım oranı halen yüzde 54'ler civarında ki bu da OECD ortalamalarının oldukça altında. Dolayısıyla ortalamalara yakın işgücüne katılım oranı olduğunda işsizlik oranı da doğal olarak daha yüksek olacak. Bunun yanı sıra atıl işgücünde de artış gözlemleniyor. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi zaman içinde eksik istihdamın artması. İkincisi belli süre iş arayıp bulamayanların işgücü dışında kalmaları. İşgücü piyasasında en büyük sorun işgücü talebi ile işgücü vasıflarının uyumsuzluğu. Ne yazık ki eğitim ve işgücü ihtiyacı paralel gitmiyor. Bu yüzden hem potansiyel işgücü ve genç işgücü yeterince değerlendirilemiyor. Enflasyon ile mücadelede sıkı para politikalarının etkilerinden en fazla sabit gelirli, yani bir yerde düşük ve orta gelir grubu etkilendi. Diğer taraftan yüksek faizin neden olduğu servet transferi sonucunda gelir dağılımı da biraz bozuldu. Yüksek gelir grubunun talebini baskılayacak önlemler ne para politikaları ne de maliye politikaları tarafından tam olarak gelmedi. Bu yüzden bütçenin gelir tarafı tam artmazken faiz ödemeleri tarafı yükseldi. Hatta uzun aradan sonra ilk kez faiz ödemeleri anapara ödemelerini geçti. Durum böyle olunca kamu personel giderlerinin baskılanması zorunlu hale geldi. Sonuçta bu durum iki yüzü olan bir madalyon. Bir tarafta enflasyon altında alım gücünü yeterince koruyamayan memur ve emekliler var madalyonun diğer yüzünde ise enflasyon gerçeği var.