Takım oyununun gücü!
ALİ EFE İRALI/ Akademik arka plana baktığımızda çok sık biçimde referans verilen bir isimle karşılaşıyoruz. O da Dr. Meredith Belbin. Takımlara ilişkin yaptığı incelemelerinde sadece teknik yetkinlikleri güçlü olan ekiplerin yüksek başarıya ulaşmada eksik kalacağına değiniyor. Hatta takımlarda belirli rol dağılımları olması gerektiğini ileri sürüyor. Bunlar, kişilere göre doğru davranışsal yaklaşımlara konumlandırılmış roller olarak karşımıza çıkıyor. Takımın içindeki dengenin de bu roller üzerinden kurulması öneriliyor. Bununla ilgili olarak Belbin'in 1981 tarihli Management Teams: Why They Succeed or Fail kitabını ya da biraz daha işletme odaklı güncel olacak şekilde Max Isaac ve Kevin Carson tarafından 2016'da yazılan A Guide to Belbin Team Roles: How to increase personal and team effectiveness isimli çalışmayı okumanızı önerebilirim. Kısacası, takımın başarıya giden yolunda bir şekil veren, uygulayan ve tabiri caizse golü atacak bitirici ismin yer alması önerilir. Aynı zamanda tüm ekibi koordine eden birinin, gerektiği zaman destekleyici olarak yer alacak takım oyuncusu çalışanların olması gibi birkaç tane daha rol tanımı bulunuyor. Bunları alanyazında dokuz ayrı başlıkta incelediğine tanıklık ederiz ki ilerleyen yıllarda bu modelin üstüne farklı güncellemeler ve benzer tanımlar yapan pek çok isim de olmuştur. Peki diyelim ki bu sistemi şirket içinde kurmaya çalıştık ama doğru kişinin o role ait olduğu nasıl tespit edilebilir? Nasıl bu roller arası iletişim sağlanabilir? Oyun tam olarak burada devreye giriyor.
MASAÜSTÜ KUTU OYUNLARININ ÖNEMİ
Simülasyon ve rol yapma temelli oyunların, bireysel anlamda gelişime katkı sağladığını pek çok defa dile getiriyoruz. Özetle, bireyler aslında dijital ortamda gerçek yaşam koşullarına göre kurgulanmış senaryolardan bir şeyler öğreniyorlar da diyebiliriz. Peki ne tür şeyler öğrenebilirler? Bu öğrenecek oldukları şeyi çok didaktik anlamda bir teknik yapıya indirgeyebileceğimiz gibi, daha eğlenceli ve dolaylı yolda öğreten bir mekanizmaya da kavuşturabilmek mümkün. Rol yapma stratejileri anlamında şirket içindeki görev dağılımını başarıyla entegre edebilmek için odaklanılması gereken nokta da tam olarak burası. Bunun için illaki dijital oyuna da dönülmesine gerek yok. Masaüstü kutu oyunları gibi hikâye ve senaryo odaklı mücadelelerin de etkisinin olabileceğini varsayabiliriz. Amaç, bir araya geldikten sonra iş dışında işin gelişimine katkı sağlayacak bir sistem oluşturabilmek. Dolayısıyla kimin ne tür bir işlevi üstleneceğine, bu tür bir araya gelişlerle de karar vermek mümkün oluyor.
OYUNDA GÖZLEM YAPMAK
Tıpkı tatile çıkmak, yemek yemek gibi. İnsanların yolculuk sırasındaki davranışları, eğlenirken sergiledikleri davranışları kendilerine dair bazı ipuçları sunuyor. Oyun da bu anlamda biçilmez kaftan. Kimin kime nasıl yardım ettiğini ya da etmediğini gözlemlemek dahi bir çıktı sağlayabiliyor. Kim ne zaman sinirleniyor veya nasıl sinirleniyor bunun dahi bir davranışsal değerlendirmesini yapabilmeniz mümkün. Burada oyunun aktif anlamda gözlem gücüne sağladığı katkıdan bahsederken, sadece iş süreçleri içindeki oyunlaştırmaya dayalı sistemlerden değil, doğrudan çalışanların eğlence amacıyla oynadıkları oyunlardan bahsettiğimizi de atlamayalım. Çeşitli roller üzerinden kişilerin yeterliklerini ve kapasitelerini, davranışlarını gözlemlenin bir yolu olarak oyunu mutlaka bir noktada denemek gerekiyor. Genel anlamda sadece rol tanımlarını yapmak için değil öğrenme sürecini de şirket içinde bir stratejiye dönüştürebilmek için deneyime dair öğrenme yaklaşımına da bakılmasını önerebiliriz. Bunun için Kolb'un da yaklaşımına belki bakmak istersiniz diye düşünerek, Saul McLeod tarafından yazılmış Kolb's Learning Styles and Experiential Learning Cycle isimli makaleyi de bir okuma olarak eklemek istiyorum.